Nelson A.
Rockefeller'den ABD Başkanı Eisenhower'e
1956'da yazılan gizli mektup
mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu sitesinden alınmıştır
"Sevgili Başkanım,
Az gelişmiş ülkeler için daha akıllı ve cesur bir yardım programı
hakkında yapmış olduğum teklifler dolayısıyla Camp David'de cereyan
eden uzun ve yorucu tartışmalara tekrar dönmeyi gereksiz bulurum.
Bununla beraber, gereksiz siyasi olaylar, tartışmalarımızın verimsiz
olmadığını göstermiştir. Bu bakımdan herhangi bir orjinallik iddiası
taşımayan ve fakat dış politikamızın önemli sorunlarından birini
teşkil eden mesele hakkında, yararlı olacağına inandığım görüşlerimi
bildirmenin zamanı gelmiştir.
Dış politikamızın genel çizgisi hakkında, hükümetle temelde hiçbir
fikir ayrılığım yoktur ve hiçbir zaman da olmadı. En azından
herhangi bir insan kadar askeri paktların önemini ben de kabul
ediyorum. Fakat bunların, şimdiye kadar Dışişleri Bakanlığı'nın
yapageldiğinden daha başka bir biçimde ele alınması gerektiği
kanısımdayım. Tam da şu sırada Ruslar'ın izlediği aktif dış politika
sonucu, askeri paktların, gittikçe halkların gözünden düşmekte
olduğu gerçeğini de görmek zorundayız. SEATO Paktı bunun en belirgin
örneğidir. En önemli Asya ülkeleri bu pakta girmeyi reddettiler.
En son askeri projelerimizin kaderi, evvelkilerden daha da kötü
olsu. Örneğin Bağdat Paktı. Oysa bu paktı, Dujlas, Amerikan
diplomasisinin önemli bir başarısı, İngilizler de kendi başarıları
olarak ilan ettiler. Bağdat Paktı'nın, kağıt ve harita üzerinde iyi
bir görünüş arzettiği doğrudur. Zira bu pakt, Ortadoğu'nun dört
ülkesini, bizim çıkarlarımıza uygun düşen tek bir pakt içinde
toplamaktadır. Bu ülkeler, Komünist dünyanın güney sınır çizgisi
üzerinde bulunmaktadırlar. Ayrıca, kıymetli stratejik hammadde
rezervlerine ve kalabalık insan gücüne sahiptirler. Bağdat Paktı
üyesi olan Türkiye, aynı zamanda NATO yoluyla bizim savunma
sistemimize bağlanmıştır. Pakistan ise, aynı zamanda SEATO üyesidir.
Ortadoğu'daki birçok Arap ülkesi, Bağdat Paktı'nın kendi ulusal
çıkarlarına karşı olduğunu ileri sürerek bu pakta girmemişlerdir.
Gerçekten de yattığımız bu askeri paktlar, ne Güneydoğu Asya'da, ne
de Ortadoğu'da arzuladığımız hedeflere ulaşmamıştır. Çünkü, bu
paktlar başarıya ulaşmaları için hayati önem taşıyan bazı ülkeleri
içlerine almaya muvaffak olamamışlardır. Bütün bunlarla, bu askeri
organizasyonların bizim için bir değeri olmadığını, kurulmamaları
gerektiğini söylemek istemiyorum. Ben bu paktları değil, onların
kurulmasında kullanılan yol ve metodları eleştiriyorum. Şu meşhur
Standart Oil tröstü için iyi olan ABD için de iyidir tekerlemesini
burada tekrarlamak istemiyorum. Fakat yine de gerek Bağdat
Paktı'nın, gerekse SEATO ülkelerinin çok değerli kaynaklarından
bizim yeterince yararlanamadığımız gerçeğini gözden uzak tutmam.
Ayrıca, bu paktlar, bizim için hayati önem taşıyan köprübaşlarının
güvenliğini dahi garanti altına alamamışlardır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki Asya politikamızın başarısızlığı;
Rus yöneticilerinin, Hindistan, Burma ve Afganistan'a yaptıkları
ziyaretlerin ve Sovyetler'in bu bölgede üyük yatırımları kapsayan
ekonomik işbirliğine gösterdikleri büyük arzu ve teşebbüslerin ışığı
altında incelenecek olursa, çok daha açıklık kazanır. Bu güne dek
maalesef etkili bir şekilde karşı koymayı başaramadığımız bu Rus
adımları, bütün Asya ülkelerinin geleceği bakımından geniş ölçüde
ekonomik ve politik sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden biz mevcut
askeri pakt ve anlaşmaları sağlamlaştırmak yanında, yenilerini de
kurmak istersek -bu cins paktların çeşitli ülkelerle olan
ilişkilerimizde zorunlu ve uygun biçim olduğunu kabul etmek
şartıyla- karşımıza çıkan yeni duruma uygun davranış göstermekle işe
başlamalıyız.
Bizim politikamız hem global, yani dünyanın bütün kara parçalarını
kapsayan, hem de total olmalıdır. Yani politik, askeri, ekonomik,
psikolojik tedbirleri ve özel metodları bir bütün içinde bir araya
getirmelidir. Başka bir deyişle, yapılacak şey, atlarımızın hepsini
bir tek arabaya koşmaktır.
Görüşümü daha iyi ortaya koyabilmek için -yüzeysel de olsa dış
politikamıza ait birkaç ilkenin, Avrupa ve Asya'da nasıl
uygulandığını tahlil etmeye çalışacağım.
Bilindiği gibi, Avrupa'da ekonomik yardımla işe başladık. Marshall
planı olmasaydı, NATO'nun kurlması mümkün olamazdı. Marshall
planıyla gerçekleştirilen şey, baskının her çeşidinin kullanıldığı,
koordine bir dış politika sağlamak oldu. Bu politika ise, umduğumuz
ve planladığımız gibi sağlam bir askeri paktın kurulmasına götürdü.
Asya'daki çabalarımız daha az başarılı sonuçlar verdi. Kanaatimce,
bunun esas nedeni, tek şeyle açıklanabilir. Kurulmasını arzu
ettiğimiz ittifaklar için gerekli ekonomik hazırlıkların önemini
küçümsediğimiz bir dönemde, şiddet ve baskı anlayışı fazlasıyla göze
batacak şekilde ortaya kondu. İttifakların askeri yönü çok
sivriltildi.
Hayati önem taşıyan ekonomik görüşün, Dışişleri Bakanlığı'nca
küçümsenmesi, SEATO ve Bağdat Paktı'nın kum üstüne inşaa edilmesine
yol açtı. Bence bu kum, çimento ile pekiştirilmelidir. Bayrağın
ticareti takibetmesi bir Amerikan geleneğidir.
Bu akıllı geleneğe rağmen, biz bütün enerjimizi SEATO'nun askeri
yönüne harcadık. ABD'nin Çan-Kay-Şek ile birlikte Komünist Çin'e
karşı açacağı bir savaşa, SEATO üyelerinin katılacağını tasavvur
etmek, hemen hemen imkansızdır. Bunula birlikte, Dışişleri
Bakanlığımız böyle bir tasavvurun hesabı içindeydi.
Kaçınılmazlığını sizin de şimdi bizzat kabul ettiğiniz ekonomik
tedbirlerin, düşüncesizce atılan askeri adımlar yüzünden neticesiz
kaldığı bir gerçektir. Bu gerçeğin, hükümet adamlarımız tarafından
gittikçe görülmesi beni memnun etmektedir. Eğer askeri paktların ve
kuruluşların yolları, önceden ekonomik tedbirlerle döşenmemişse
atılacak askeri adımlara itiraz edilmemesi gerekir.
Sayın Başkanım, biliyoruz ki; dünyanın geniş bölgelerini kapsayan az
gelişmiş ülkelerde, sermaye, techizat, idari personel ve teknik
uzman eksikliği en önemli meseledir. Bütün planlamalarımızda, bu
gerçeği daima hesaba katmak zorundayız. Askeri pakt ve tedbirlerin
gerekliliğine inanıyorsak, bunların faturasını da ödemeye hazır
olmak gerekir.
Düşüncelerimin pratikteki en somut örneği, hatırlayacağınız gibi,
bizzat meşgul olduğum İran tecrübesidi. Ekonomik yardımı harekete
geçirerek İran petrolüne el koymayı başardık ve bu ülkenin
ekonomisine yerleştik. İran'da ekonomik pozisyonumuzun
kuvvetlenmesi, bu ilkenin dış politikasının kontrolümüz altına
girmesi ve özellikle Bağdat Paktı'na üye olmasını sağladı.
Halihazırda, İran Şahı, elçimize danışmadan hükümetinde herhangi bir
değişiklik yapmaya bile cesaret edememektedir.
Kısaca söylemek gerekirse: Burada ileri sürülen düşünceler beni ve
arkadaşlarımı, politik programımızın aşağıdaki temel ilkelere
oturtulması zorunluluğuna götürdü:
1- Biz, askeri paktlarımızı kurmaya ve sağlamlaştırmayı hedef alan
tedbirlere devam etmekteyiz. Çünkü, bu paktlar, herhangi bir
komünist saldırısını ve ulusal hareketleri önlemekte faydalı
olacaktır. Bundan başka Asya'da ve Ortadoğu'daki pozisyonlarımızı
her yönden sağlamlaştıracaktır.
Şu önemli geçeği gözden uzak tutamayız: magnezyum, krom, kalay,
çinko ve tabii kauçuğumuzun tamamı, bakır ve petrolümüzün önemli bir
kısmı, kurşun ve alüminyumun üçte biri, denizaşırı ülkelerden
gelmektedir. En önemlisi, ABD tarafından kurulmuş askeri paktlardan,
herhangi birinin etki alanında bulunan Asya ve Afrika'nın az
gelişmiş bölgelerinden gelmektedir. Süper stratejik maddelerin, bu
arada uranyumun durumu da yukarıdakiler gibidir.
2- Bu askeri paktları sağlamlaştırmak ve genişletmek için Marshall
Planı'nın Avrupa'da bize sağladığı kadar, ya da ondan daha büyük
ölçüde, politik ve askeri nüfuz garantileyecek genişlikte bir
ekonomik yayılma planını Asya, Afrika ve diğer azgelişmiş bölgelerde
uygulamak zorundayız. Bunun için, az gelişmiş ülkelere yaptığımız
ekonomik yardımların büyük kısmı, askeri paktlarımıza hizmet etmek
üzere kurulmuş olan kanallardan akmalıdır. Bu ise bizi, askeri
paktların biçimlerinde belirli değişiklikler düşünülmelidir. Başka
bir deyişle, askeri paktların ekonomik yanını mümkün olduğu kadar
belirgin hale getirmeliyiz. Bizim askeri paktlarımıza çekmek
istediğimiz ülkelere geniş ölçüde ve akıllıca ekonomik yardımlar
yapmalıyız. Fakat bunu şimdiye kadar yaptığımızdan daha dikkatli ve
elastiki bir biçimde yapmak gerekmektedir.
Çok özel durumlarda herhangi bir şart ile koşmamalıyız. İkinci
dönemde, hem politik hem de askeri şart ve taleplerimizi kabul
ettirme yolu açılmış olacaktır.
3- Bu ilkelerden hareketle, Amerikan iktisadi yardımının yapılacağı
ilkeleri üç grupla toplamayı teklif ediyorum. Ekonomik işbirliğinin
çeşitli biçim ve metodları, bu her üç grupta da kullanılmalıdır.
Birinci gruba bizimle dost olan ve bize uzun süreli, sağlam askeri
paktlarla bağlanmış olan antikomünist hükümetlerin iktidarda olduğu
ülkeler girer. Bu ülkelerde yapılacak yardımlar ve açılacak krediler
öncelikle askeri nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme
ihtiyacı yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim,
genişletilmiş iktisadi yardım, örneğin Türkiye'ye, bazı hallaerde
düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani, bağımsızlık eğilimini
artırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere
-Türkiye gibi- doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir, ama
bu ancak bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize
düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır.
Bunlarla bağlantılı olarak özel sermaye yatırımlarını da ayarlamak
gereklidir. Hükümet, özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve
onlardan akıllıca yararlanmasını bilmelidir. Bu yatırımlar
yardımıyla birçok politik amaca ulaşılabilir. Bu tip özel sermaye
yatırımları, zamanla bütün gayrimeşru muhalefeti ve politikalarımıza
karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmeli veya nötralize
edebilmelidir. Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan
bütün şahsi teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir. Aynı
zamanda ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım
artırılmalı ve böylece bu işadamalrının, ilgili ülkenin ekonomisinde
kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanak politik etkilerinin
artması sağlanmalıdır.
İkinci grup, tarafsız bir politika güden veya o eğilimi gösteren
ülkeleri kapsamaktadır. Bu durumda, devlet yardımları ve kredilerin
ağırlığı bu ülkeleri kapsamaktadır. Bu durumda, devlet yardımları ve
kredilerin ağırlığı bu ilkelerde bizim için gerekli ekonomik
koşulların yaratılmasına kaydırılmalıdır. Bu koşullar, zamanla bizim
için çalışmalı ve bu ülkelerin, bize bağlı askeri pakt ve birliklere
kendiliklerinden girmeleri sağlanmalıdır. Bu politikanın temel
hedefi, bu ülkelerde ekonomik ilişkilerimizin arttırılması sonucunda
yerli ekonominin kilit noktalarını ele geçirmektir.
Bu ülkelerdeki, özel yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmeyen
hükümetlere karşı olan grup ve kişiler desteklenmelidir. Böylece bu
ülkelerdeki yeni politikamızın temelini sağlam bir şekilde
atabiliriz. Bu gruba giren ülkelerin en önemlisi Hindistan'dır.
Üçüncü grup, daha sömürge halinde olan ülkeleri kapsamaktadır. Bu
ülkelere yapılan özel sermaye yatırımlarının artırılması için
gerekli işlemler süratle tamamlanmalı, özel bir program dahilinde bu
ülkelere daha fazla iktisadi yardım verilmelidir. Ayrıca bu
ülkelerdeki sömürge idaresine karşı savaşan yerli işadamları
desteklenmelidir. Bu gruptaki ülkeler için uygulayacağımız
politikanın birinci aşamasında iktisadi yardım, yerli ortaklarla
karma tesisler kurmak şeklinde olabilir.
Bu tip ülkeleri desteklememiz halinde, onları yumuşatıcı etkimizin
tümünü kaybedebileceğimizi bilmeliyiz. Eğer bunlar yapılmazsa bu
ülkelerde bağımsızlık isteğinden öyle kuvvetli bir milliyetçilik
doğabilir ki, bu sömürge ülke yalnız eski sömürücü ülkenin
kontrolünden çıkmakla kalmaz, bizim de kontrolümüzden çıkabilir.
Bu grubun en önemli ülkesi Belçika Kongosu'dur.
Her üç ülke grubuna da yapılacak geniş iktisadi yardımlarda ABD'nin
karşılık beklemeden yardım ettiği ve işbirliği yapmak isteğinde
samimi olduğu intibaı yaratılmalıdır. Elimizdeki bütün propaganda
olanaklarıyla durmaksızın, az gelişmiş ülkelere yapılan Amerikan
yardımının karşılıksız olduğunu, ard niyet taşımadığını bütün
kafalara sokmalı, bu konuda hiçbir masraftan çekinmemeliyiz. Bu
ülkelere yatırım yapan kapitalistlerimiz, teknik eksperlerimiz ve
diğer uzmanlarımız az gelişmiş ülkelerin milli ekonomilerinin bütün
dallarına girmeli, onları bizim çıkarlarımıza göre geliştirmelidir.
Bu ülkelerdeki politik bakımdan güvenilir yerli işadamlarının ulusal
çabaları da teşvik edilmelidir.
Bütün bu tavsiyelerin hepsi uygulandığı takdirde; ABD'nin uluslar
arası prestijinin bütünüyle artacağına, ayrıca gelecekte
karşılaşacağımız her türlü askeri görevlerin yerine getirilmesinin
kolaylaşacağına şüphe yoktur. Çünkü böylece mevcut askeri paktlar
sağlamlaştırılmış ve yeni bir ruhla doldurulmuş olacaktır.
Aramızdaki yakın dostluk ve sempatiden emin olmasaydım ve bu
fikirlerin, genel politikamızı sağlam ve doğru bir temele oturtacağı
ümidini taşımasaydım, size bu tafsilatlı mektubu yazmazdım.
Dış politikamızın ağırlık noktasının, bir başka düzeye
aktarılmasıyla ilgili düşüncelerimin hepsini, kabul etmek lazım ki,
bu mektup çerçevesinde anlatma imkanı bulamadım. Yeni politikanın
yürütülmesinden sorumlu olan sizin ve çalışma arkadaşlarınızın,
Asya!da ve özellikle Ortadoğu'daki pozisyonlarımızı kuvvetlendirici
tedbirlerin alınması zorunluluğuna inanmış olmanız ve üzerinde
durduğum ana meselelerin, öncelik tanınması gereken çeşitli
yönlerini tekrar ele almaya karar vermeniz, en büyük arzumdur.
Geleceğin tarihçilerinin, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki
ikinci on yıl içinde izlediği pasif dış politika yüzünden, hür
dünyanın karanlığa boğulduğunu yazmalarına imkan vememliyiz.
Derin saygılarımla.
Nelson A. ROCKEFELLER
Kaynak:
"Petrolün Ekonomi Politiği"
(Halil Nebiler-Suat Parlar, Sarmal Yayınevi Temmuz 1996, s135-142)
adlı kitaba, "Oltadaki Balık Türkiye" (M. Emin Değer, Çınar
Yayınları, Eylül 1993. s339-346) adlı kitaptan alınarak eklenmiştir.