1. GİRİŞ
Kişiler, gruplar ya da toplumlar
başkalarının bilincini, düşüncelerini, duygularını, eylemlerini
ya da davranışlarını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek
için doğru olan bilgiyi saptırırlar ve bunun için değişik
araçlar kullanırlar. Güdüleme (Manipulation) dediğimiz bu
etkileme yönteminin en kolay ve yaygın yolu dildir. Çünkü dil
insanın yaşamında en çok gereksinme duyduğu olgulardan
birisidir. Aynı zamanda başkalarıyla etkileşmenin ve iletişmenin
de en kolay ve en ucuz yoludur. Böyle olunca her türlü yaşamsal
alanda dilin olanaklarından yararlanılmakta, - iyi ya da kötü –
amaçlara ulaşılması için ona başvurulmaktadır. Alıcının çıkarına
uymayan, ona hiçbir yararı olmayan bir nesne, bir olgu, olay ya
da durum çoğu zaman dil ile örtülerek ve güzelleştirilerek
tanınmaz ya da ilgi çekici bir duruma getirilmektedir. Böylece
ekonomik güdüleme, siyasal güdüleme, toplumsal güdüleme
(kültürde, dinde, eğitimde vs.) dediğimiz; çoğu zaman ayırdında
olmadığımız, ancak bireysel ya da toplumsal yaşamımızın ayrılmaz
parçası olan ve örtük saldırı diye niteleyebileceğimiz
süreçlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu saldırı yöntemi kuşkusuz
her zaman kullanılmıştır. Biz burada çağımızın vebası diye
niteleyebileceğimiz küreselleşmenin dile etkisini ve dilin
gücünü kullanarak bireyleri ve toplumları nasıl
yönlendirdiğini, nasıl güdülediğini güncel örneklerle açıklamaya
çalışacağız. Ama önce küreselleşmenin ne olduğuna değinmemiz
gerekir.
Düzanlamıyla küreselleşme, dünyanın bütünleşmiş tek bir pazar
durumuna gelmesidir. Bu duruma gelmek için devlet ekonomiden
elini çeker, kamusal kuruluşlar özelleştirilir, şirketler
uluslararası ortaklıklar yapar, bu şirketlerin işlerini
zorlaştıran yasalar varsa gerekli hukuksal düzenlemeler
yapılır; ekonomisi zora düşmüş kalkınmakta olan ülkeleri
ekonomik bunalımdan kurtarmak için 2.Dünya Savaşı’ndan sonra
kurulan IMF yardımda bulunur... Bu amaçlar göz önünde
bulundurulduğunda küreselleşme çok masum ve iyi niyetli bir
yaklaşım olarak anlaşılabilir. Ancak birçok alanda olduğu gibi
burada da kuram ile uygulama arasında büyük ayrımlar olduğunu
her gün yaşamaktayız.
Asıl içerikler, sayılan bu amaçların arkasında gizli.
Açımlayacak olursak: Küreselleşme demek, devletin ekonomiden
elini çekmesi, yatırımdan ve işletmeden vazgeçmesi, elindeki
kuruluşları satması ve kaynaklarını özel sektörün desteklenmesi
için harcamasıdır. Satışların uluslararası şirketlere
yapılması, ulusal ekonominin yıkılması ve KİT’lerin yabancı
şirketlerin denetimine geçmesidir. Özelleştirme (yabancı ortaklı
şirketlere satış) için gerekli hukuksal engellerin
kaldırılması, ulusal kaynakların yabancı şirketlere peşkeş
çekilmesinin önündeki yargı gücünün ortadan zayıflatılmasıdır.
Ekonomik yardım adı altında, ülkenin her yönüyle kuşatılması
demek olan borçtur...
1944’te IMF ve Dünya Bankası’nın kurulmasıyla başlayan
küreselleşme sürecinin etki ve sonuçlarının zaman ve biçim
açısından ülkelere göre az çok farklılıklar gösterdiği
söylenebilir. Türkiye’de küreselleşmenin tohumları, 19 Şubat
1947’de IMF’ye üye olunmasıyla atılmıştır. Demokrat Parti’nin
yönetime gelmesiyle birlikte üretimin savsaklanması ve
sorunların çözümünde geçici rahatlama sağlayan dışkaynaklı
yardımlara avuç açılması, adı küreselleşme olmasa da, buna ortam
hazırlayan politikalardır.
Türkiye’de küreselleşme hareketi özellikle 24 Ocak Kararları’nın
12 Eylül 1980’den sonra ödünsüz bir biçimde uygulanmasıyla ivme
kazanmıştır. Öyle ki, bir zamanlar koyu devletçi olanlar, hatta
kamulaştırma yapanlar, bilerek ya da bilmeyerek, kimi zaman
kişisel çıkarlar uğruna kendilerini küreselleşme rüzgarına
kaptırmışlardır .
Küreselleşme ilk bakışta yalnız iktisadi bir yaklaşım olarak
algılanabilir. Ancak küreselleşme kendi kendine yetmeyen bir
olgu olduğundan ve hiçbir şey ekonomiden bağımsız
düşünülemeyeceğinden dolayı birçok alanla etkileşmiş,
etkileştiği bütün alanlar ve değerler alt üst olmuştur; bazı
değerler yerin dibine batırılmış, bazı değerler ise göğe
çıkarılmıştır.
2. KÜRESELLEŞME VE YÜKSELEN DEĞERLER
2.1. Küreselleşme ve Yükselen Değerler
Küreselleşmenin en önemli özelliği toplumları
ekonomik açıdan güdülemesidir; yani uluslararası tekel
çıkarlarını her şeyin üstünde tutması ve insanı yoksaymasıdır.
İşte bu tutumun yükselttiği değerler: Özelleştirme (kamu
kuruluşlarının haraç-mezat yabancı ortaklı şirketlere
pazarlanması / yağmalatılması); yolsuzluk; devletin kaynaklarını
hortumla(t)ma; örgütsüzleştirme; işsizleştirme; her türlü
canlının sağlığını ve yaşamını olumsuz etkileyen termik ve
nükleer santraller, siyanürle altın arama, baz istasyonları;
insan kaçakçılığı ve bunun sonucu olan iltica; insan (organ)
ticareti; uyuşturucu ticareti; silah kaçakçılığı; bölgesel
savaşlar; çeteler, mafyalar, terör, insan hakları ihlalleri ;
darbeler ; köktendincilik; televole kültürü ; çokizlenme (rating),
çoksatma, çıkarlarını koruma / çıkar sağlama uğruna tüm etik
değerleri yoksayan dalkavukluk.
Olumsuz anlam yüklü bu yükselen değerlerle (!) toplumu güdülemek,
bu güdülemenin şiddetine göre toplumu bir biçimde terörize etmek
anlamına gelir. Bu yüzden küreselleşmenin günümüzde başvurduğu
güdülemenin terörle eşdeğer olduğunu düşünüyoruz.
2.2. Küreselleşme, Terör ve Bölücülük
Toplumu ya da bir bölümünü sindirmeyi,
kendisine ilgi duyanları harekete geçirmeyi ve böylece devletin
baskıcı önlemlere başvurmasını sağlamayı amaç edinen terörizmi
küreselleşmenin günümüzdeki sonuçlarından birisi olarak
değerlendirdik. Ancak bu, terörizmin siyasal olanı. Gerçekte her
türlü terörün başnedeni ekonomik terördür. Bu terörün amacı
yardım adı altında olmak üzere, sözde dost ve müttefik ülkelere
değişik mal ve hizmetler sunarak onları üretimden uzaklaştırmak,
borçlandırmak; bölgesel anlaşmazlıklar yaratarak savaşa neden
olmak ve ülkeleri silahlanmaya zorlamak; üretilen tüm mal ve
hizmetlere yeni pazarlar yaratmak. Bütün bunların sonunda
sözkonusu ülkeleri tek başına ayakta duramayacak, yani birçok
yönüyle kuşatarak bağımlı duruma getirmek.
Ekonomik terör uygulayana varsıllık, karşıtına ise yoksulluk
getirir; yoksulluk da diğer terör biçimlerini doğurur.
Öyleyse küreselleşme; gerçek yaşamdaki görünüş biçimiyle
dünyadaki üretimin % 80’ini, dünya nüfusunun % 20’sinin
tüketmesidir, ya da dünya nüfusunun % 80’inin üretimin %
20’siyle yetinmesidir; dünyanın en zengin ilk üç kişisinin
servetinin, en yoksul 48 ülkenin ulusal gelirini aşmasıdır;
Avrupa ve ABD’de köpek mamasına her yıl 17 milyar dolar
harcanmasıdır; toplumsal çelişkilerin derinleşmesidir...
Kürselleşmenin en belirgin nitelik(-sizlik-)lerinden birisi,
kişiler arasında yarattığı gelir – gider dengesizliğidir . Bu
dengesizliğin sosyal patlamalara neden olabileceğini gören
küreselleşmecileri bu sorun kara kara düşündürmektedir. Çünkü
çözüm için atılacak her adımın, sömürdükleri pastanın bir
parçasından vazgeçmek anlamına geldiğini bilmektedirler.
Küreselleşme, uluslararası sömürü düzeninin çıkarlarını korumak
ve artırmak için ekonomik alanda sınırların kalkmasını isterken;
siyasal ve kültürel alanda yeni sınırlar getirmek ve ulusların
bütünlüğünü bozmak gibi birbiriyle çelişen örtük amaçlar
gütmektedir. Doğu Bloku’nun yıkılması, Türkiye’nin Güneydoğu
sorunu, Kuzey Irak sorunu ve yine 3.1.01 tarihli Cumhuriyet’te
Bush’u beklediği belirtilen, değişik ülkelerdeki 68 çatışmanın
tümü, sözkonusu ülkelerin siyasal bütünlüğünü bozmaya ve
uluslararası tekellere yeni pazarlar yaratmaya yönelik
küreselleşmenin ürünüdür.
Küreselleşme neden ülkelerin bütünlüğünü bozmak, onları bölmek
ya da zayıflatmak istesin diye bir soru usa gelebilir. Böyle
bir sorunun yanıtı, aynı gazetenin 9. sayfasındaki bir manşette
açıkça görülüyor: “Zengin ülkeler silah satıyor, yoksullar
savaşıyor”. Sunu (üretim) ile istem (tüketim) arasındaki
karşılıklı ilişki nedeniyle küreselleşme sürekli yeni senaryolar
yazmak ve yeni bunalımlar yaratmak durumundadır. Kalkınmakta (ya
da batırılmakta / sömürülmekte) olan ülkelere bu senaryolarda
düşen görev figüranlıktır; yatırıma gitmesi gereken parayı silah
alımına harcamaktır.
2.3. Küreselleşme ve
Ulusal Eğitim
Ulusal eğitimimizin en önemli sorunlarından
birisi, sorgulamayı sorun edinen kişilerin yetiştirilmemesidir.
Ulusal eğitimimiz (üniversiteler dahil) ne yazık ki sorgulayan
bir toplum değil, düşünme yeteneği köreltilmiş ve her şeye evet
diyen varlıklardan oluşan bir topluluk, bir sürü
yetiştirmektedir.
Sorgulama bilincini aşılayacak nitelikli kitap, dergi ve
gazetelerin insanların gelir düzeyine oranla çok pahalı olması,
buna karşılık küresel düzenin çocuğu ve dalkavuğu olan basın
ürünlerinin neredeyse - kimi zaman gerçekten - bedava
dağıtılması bir rastlantı değildir. Düşünce – dil arasındaki
bağı düşünecek olursak, okumaktan uzaklaştırılmış bireylerin
düşünce geliştirmesinin, olaylara ve konulara çokyönlü ve
eleştirel bakabilmesinin ve dil bilinci taşımasının kolay
olmadığını anlarız.
Ayrıca küreselleşme rüzgarına kapılan bazı üniversitelerde,
birkaç ders yabancı dilde veriliyor diye İngilizce diploma verme
hevesi görülmektedir. Piyasada daha kolay iş bulunması ve
yurtdışına öğrenim için çıkma durumunda kolaylık olması gibi
gerekçeler inandırıcı değil, yanıltıcıdır. Oysa yabancıdil
eğitimi ve araştırmaları yapılan programlar bile yabancıdilde
diploma vermemektedir. Kaldı ki yabancıdil eğitimi ve
araştırmalarıyla ilgili programlar dışında yabancıdilde eğitim
yapılması ve Türkçenin bilim dili olarak yetersiz ya da gereksiz
görülmesi büyük bir ayıptır. Bu, bilimkişilerinin ulusal
değerlerini ve dilini küçümsemeleri ya da yadsımaları; düşünme,
sorgulama ve üretme konusundaki yetersizliklerini itiraf
etmeleri anlamına gelmez mi? Böyle bir anlayış, küreselleşmenin
ürünü olan dilsel ve kültürel tekelleşmenin tutsağı olmak değil
midir? Türkçeyi konuşma diline indirgeyerek devinim alanını
kısmak, gerileyip yokolmasına ortam hazırlamak değil midir?
2.4. Kültürel ve Dilsel
Boyutuyla Küreselleşme
Kısa süren dönemler dışında Türkçe tarih
boyunca horlanmış, kirletilmiştir. Bu kirlenme en çok Arapça ve
Farsça ile olmuştur; 19. Yüzyıl ile 20. Yüzyılın başlarında
Fransızca etkili olmuş, ancak 2.Dünya Savaşı’ndan sonra
Amerika’nın en büyük siyasal, askersel ve ekonomik güç durumuna
gelip dünyanın jandarmalığını ve evsahipliğini üstlenmesinden
sonra çağdaş canavar olan küreselleşme süreci her alanda
başlamış, İngilizce virüsü bütün dünya dillerindeki kirlenmenin
ananedeni olmuştur; merkez’ler center’a, plaza’ya; oto yıkama
ve yağlama yerleri oto kuaförü’ne; dükkan’lar shop’a
dönüşmüştür.
Dilsel yabancılaşma, artık nitelikli olduğunu savlayan ve
kişileri bu yönde etkilemek isteyen her kurum ve kuruluşun,
kendisini ilgilendiren adlandırmalarda başvurduğu bir yöntemdir
: The Marmara; Hotel Seyhan; Cinema Arıplex; ticketing uzmanı;
Aycell (Telekom’un kurmayı düşündüğü GSM şirketinin olacağı
söylenen adı); Tepe home; Dürümland; piliçburger;
Yabancı eklerle sözcük türetmek ya da sözcüklerin ses yapısını
bozarak anlamsız biçimler oluşturmak da yaygınlaşmıştır:
neokanal; Berdush; Sellam.
Kültürel – dar anlamda dilsel – güdüleme ya
da terör de ekonomik terörün bir uzantısıdır. Her şeyin başı
olan dışkaynaklı ekonomik terör yalnız ekonomi kültürümüzü
değil, siyasal kültürümüzü, aile kültürümüzü, yemek kültürümüzü,
giyim kültürümüzü, eğlence kültürümüzü ve dil kültürümüzü
yozlaştırmış, kirletmiş, bağımlılaştırmıştır . Bu
bağımlılaş(tır)ma sonucu bireyler özdeğerlerini küçümser ya da
yadsır duruma getirilmiştir.
Görsel basındaki sunucuların söyleyişleri ve sözcük seçimleri,
filmlerin dilindeki çeviri yanlışları, yazımdaki özensizlikler,
işyeri ve kişi adlarındaki yabancılaşma, Türkçenin bilim dili
olamayacağı önyargısı, örtük olarak tüm okullarda zorunlu olarak
İngilizce okutulması ve diğer yabancıdillerin yoksayılması,
yabancıdilde eğitim yapılması ve yabancıdilde diploma verilmesi
... Bunların tümü küreselleşmenin olgularından birisi olan
sosyal / kültürel / dilsel güdülemenin (daha doğrusu) terörün
kültürümüzü sömürgeleştirmesi değil de nedir?
2.5. Küreselleşme ve
Anlam: Kavramların İçinin Boşaltılması
Dilsel terörün diğer boyutlarına bakalım.
Kavramların içinin boşaltılması, zıtanlamda kullanılması,
belirsizleştirilmesi ve örtülmesi; içerik – biçim arasındaki
bağın bozulmasına, kısacası anlambilimde anlam değişmesi
dediğimiz olguya götürür; bu değişme kimi zaman anlam
kötüleşmesi (devrimcilik, halkçılık, sendika, örgüt, insan
hakları) , kimi zaman ise anlam iyileşmesi (küreselleşme,
özelleştirme) olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun örneklerini
görelim:
Atatürkçülük kavramının ve Atatürk ilkelerinin içi boşaltıldı,
anlamları yozlaştırıldı; Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları bile
kimliklerini gizlemek için Atatürkçü postuna büründü.
Devrimcilik, bölücülük ya da terörizmle; milliyetçilik,
ırkçılıkla; halkçılık, çağdışılıkla; laiklik, demokrasi ve
Cumhuriyet’i yıkmaya yönelik tarikatlara sonsuz hoşgörüyle
özdeşleştirildi.
Aslında aşağıda incelediğimiz anlam değişmelerinin tümünde geniş
anlamda kavramların içinin boşaltılması durumu ve süreci
görülmektedir. Eğretilemeli bu kullanımla içeriğiyle oynanan
kavram çokanlamlı (polysem), zıtanlamlı (antonym), soyut (abstarkt),
örtük ve belirsiz (verhüllt) olmakta, böylece yozlaşmakta ve
ayrı anlamda kullanılmaktadır. Şimdi bununla ilgili örnekler
görelim:
? Devlet kavramı yerine göre iki ayrı anlamda
kullanılıyor: ekonomi bağlamında düşman, politika bağlamında
düzeni koruma görevi olduğu için olmazsa olmaz bir dost,
yasadışı eylemler için bir sığınak.
? Başka bir örnek: niyet mektubu. Bu kavram alıcıda fazla bir
şey çağrıştırmıyor. İlk bakışta iyi şeyler çağrıştıran bu
kavramın anlamı ancak somut bir kullanım bağlamında
belirginleşiyor ve gönderici - alıcı konumuna göre değişiyor.
IMF Türkiye’ye verince emir ya da ağır yaptırımlar – üstelik
buna yardım deniyor -, Türkiye’den IMF’ye verilince altından
kalkılması zor taahhütler (Bir tür kapitülasyondur) ki, bununla
da övünülüyor.
? Yıllardır IMF’ce dayatılan istikrar programları ne hikmetse
hep istikrarsızlık yaratır.
? 2000 yılının son günlerinde yapılan cezaevi operasyonunun
amacı, hayata dönüş olarak açıklanmıştı. Sonuç olarak onlarca
tutuklu yaşamını yitirdi ve bu, başarı sayıldı. Bu durumda
hayata dönüş = ölüm, ölüm = başarı oldu. Bu kullanım biçimi,
dilde kavramların, gerçek anlamının tersini gösterecek biçimde
kullanılabileceğine, kullanana göre anlam değiştirebileceğine
bir örnektir.
? Peki “12 Eylül Cumhuriyet’i Koruma ve Kollama Harekatı”na ne
demeli? Aradan geçen 20 yılda Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in
ekonomik (özellikle 24 Ocak Kararlarının kararlılıkla
uygulanması; IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarına boyun
eğme), siyasal (baskı yönetimi) ve kültürel (Amerika ve Avrupa
hayranlığı) alanda nasıl zayıflatıldığını, onurunun nasıl
zedelendiğini gözler önüne seriyor. 3 Ocak 2001 günkü
Cumhuriyet’in 5. sayfasında TBMM Başkanı Ö. İzgi, 2001
gündemiyle ilgili bir söyleşisinde, bunu doğrular biçimde, TBMM
ve Cumhurbaşkanı’nın iradesini bile yoksayan niyet (teslimiyet)
mektuplarıyla ilgili olarak “AB ve IMF ile ilgili konuların,
Meclis altından kalkamayacak diye gündeme alınmaması olmaz”
demekte, AB ve IMF’nin kimi zaman tüm Türkiye’yi rencide eden
direktifler vermesinden yakınmaktadır.
? Türkiye seninle gurur duyuyor bağlamında gurur duymak
çeteleri çağrıştırmaktadır ve bu yüzden anlam kötüleşmesi
sürecini yaşamaktadır. Örneğin toplumun ezici çoğunluğunun
taparcasına sevdiği sayın Cumhurbaşkanımız A. N. Sezer’e Türkiye
seninle gurur duyuyor demek, kanımca ona yapılacak en büyük
hakaretlerden birisi olur. Çünkü bu söz çetelere açık ya da
örtük sempati duymayan kişilerce kullanıldığında alay, yergi,
yani bir bakıma gerçek anlamının tersini anlatır.
? Yakında her şeyi açıklayacağım ya da Bir konuşursam yer
yerinden oynar gibi söylemler de çok soyut, yoruma açık,
söyleyen kişiye ve söylendiği ortama göre anlamı değişen
sözlerdir. Küreselleşmenin ürünü olan mafya ve çetelerin dil
kullanımında çokça rastladığımız bu örnekler yerine göre korku,
tehdit, uzlaşma çağrısı, çaresizlik, yardım çağrısı, itiraf
(Birbirimizden yok farkımız) anlatabilir.
? Siyasi iktidarların kirli işlerini örtmek ya da temize
çıkarmak için çok sık olarak siyasi güdüleme yöntemini
kullandıklarına tanık oluruz. Hatta bu yöntemin uygulanmadığı
bir siyasi söyleme rastlamak olanaksız gibidir. Bu güdüleme
biçiminin en uç örneğini Bu memleket için kurşun atan da kurşun
yiyen de kahramandır sözünde görüyoruz. Bu söz ile bir çete ve
mafya lideri, bu vatan için savaşmış ve şehit olmuş gerçek
kahramanlarla özdeşleştirilmekte, yaptığı ya da yaptırdığı
yasadışı eylemlere yasallık kazandırılmak istenmektedir. Bir
başka ilginç söz ise, yine çetelerle bağlantılı kişilerden sıkça
duyduğumuz Ne yaptıysak bu memleket için yaptık sözüdür. Faili
meçhul diye gösterilen cinayetleri dolaylı olarak itiraf eden bu
sözde kutsallaştırılan devlet, millet, memleket kavramları
kullanılarak alıcının etik duygu ve düşünceleri güdülenmekte,
sömürülmektedir. Bu yolla yasadışı eylemlere haklılık
kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Küreselleşmenin en çok kullandığı
yöntemlerden birisi örtmece sanatıdır. Örtmece, genellikle
olumsuzluk yaratacağı düşünülen olguların zararsız gibi
gösterilmesi, güzelleştirilmesi amacı taşır.
? Küreselleşme kavramının kendisi bu örtmece yoluyladır ki kimi
aydın ve demokratların bile hoşgörüsünü kazanmıştır. Ya KİT’leri
(dolayısıyla devleti) düşmanmış gibi gösteren, ancak hayali
şirketleri ve hayali ihracatı, işsizliği, örgütsüzlüğü,
yoksulluğu doğuran, buna karşın ekonominin tek kurtarıcısı
olarak dayatılan özelleştirme kavramına ne demeli?
? İslamcı kesimin faiz yerine kar payı demesinde aynı diloyunu,
dinsel güdüleme amaçlı bir örtmece yok mudur?
? Zamma, fiyat ayarlaması denmesi, ya da birkaç yıl önce bir
politikacının maaşlara % 0 zam yapılmasından sözetmesi aynı
biçimde gerçek iletiyi örten ve alıcıyı yanıltmayı amaçlayan
diloyunu örnekleridir.
? Bu bağlamda, küreselleşme patronlarının ürünlerini pazarlamak
için en çok kullandıkları güdüleme biçimi olan reklamları ve
reklam dilini bir örnekle konulaştırmak istiyoruz. Sözcüklerle
ya da rakamlarla oynanarak insanların yönlendirildiği görülüyor.
Örneğin ederi bir milyon olan bir ürünün üzerine 999 bin
yazmakta bir güdüleme vardır. Lüks bir otomobilin reklamında ise
% 20’si peşin, geri kalanı 1000 mark taksitle biçimindeki reklam
insanı çekmekte, ancak aracın gerçek ederi bu verilerden
öğrenilememektedir. Bu örnekte ise eksik bilgi verilerek alıcı
yönlendirilmektedir.
? Köktendincilerin dil kullanımında örtmece, takıyye olarak
adlandırdığımız sanattır. “Demokrasi bizim için bir tramvaydır.
Ulaşmak istediğimiz yere vardıktan sonra ineriz” diyen eski bir
belediye başkanının sözleri, ya da teokrasi özlemi çeken
başörtüsü eylemcilerinin, kamuya açık alanlarda insanların
vicdan hürriyetini baskı altına aldığına ve bu nedenle
mahkemelerce yasaklanmasına karar verilen başörtüsü için
demokrasi (serbestlik) istemesi de oldukça ilginç bir örnektir.
Çünkü bunlar, teokrasiye demokrasiyi yoketme özgürlüğünün
verilmesi istemidir. Bu durumda köktendinciler başörtüsünün
simgelediği anlamı örtmekte, teokrasi ile demokrasiyi birbirine
giriştirmekte ve bir bakıma birbirleriyle özdeşleştirmektedir.
Bu durumda iki kavramı da zıtanlamlarında, birbirleri yerine
kullanmaktadır, anlam kargaşası yaratmaktadırlar.
? Bu bağlamda IMF Başkanı H. Köhler’in 31.12.00 tarihli
Cumhuriyet’te yeralan bir demeciyle ilgili haberi
alıntılıyorum: “Horst Köhler, Türkiye’nin ekonomik programının
başarıya ulaşmasında üzerinde anlaşılan önlemlerin harfiyen
uygulanmasının yaşamsal önem taşıdığını vurguladı. IMF İcra
Kurulu’nun dünkü kararı, Türk Hükümeti’nin bu iddialı programı
uygulama yönündeki kararlılığına IMF’nin duyduğu güvenin açık
bir göstergesidir”. Örtük anlamlarla dolu bu metni kabaca şu
düzanlamlı metne çevirebiliriz: Horst Köhler, Türkiye’yi
çökertme programının amacına ulaşması için dikte ettirilen ağır
koşulların harfiyen uygulanmasının zorunlu olduğunu vurguladı.
IMF İcra Kurulu’nun dünkü emirnamesi, bu kuşatma programının
uygulanması yönündeki çaresizlikten dolayı IMF’nin Türkiye’nin
ekonomisini teslim aldığının açık bir göstergesidir.
? Örtmecenin tersi olan bir güdüleme biçimi, yani birisinin
olumsuz bir yanını açığa çıkarma diye niteleyeceğimiz güdüleme
yöntemi de küreselleşmecilerin sıkça başvurdukları bir yoldur.
Örneğin sözde gelişmelere ayak uyduramayan kişiler T. Özal’dan
bu yana statükocu oldu. Küreselleşme denen çağdaş sömürü
düzeninin rüzgarına kapılmayan, düşüncelerinde tutarlılık
gösterenlere ise dinozor denmeye başlandı. Ancak bu göstergenin
gösterilenleri bundan onur duyarak dinozorluğu sahiplenmiştir.
Böylece bu kavram bakış açısına göre olumlu ve olumsuz anlamda
kullanılmaktadır. Oysa statükocu ya da dinozor olmadıklarını,
çağcıl gelişmelere ayak uydurarak liberalleştiklerini (!)
savlayanlar için dinozorların “çıkarcı, dönek” anlamında
kullandıkları liboş, gösterilenlerince hoşgörülmemiş,
sahiplenilmemiştir.
2.6. Küreselleşme,
İnternet ve Dil
Sinsice beslenip canavarlaşan kürselleşmenin
etkisiyle, en çekici çağcıl sömürü kaynaklarından birisi olan
internet tüm dünyayı etkisi altına almış, böylece elektronik
iletişimde bir devrim yaşanmıştır. Gereksinim duyduğumuz birçok
bilgiyi evimize taşıyan bu iletişim ağının getirdiği yararların
yanında, bazı olumsuzluklardan da sözetmek olanaklıdır. Bu
açıdan önemli noktalardan bazıları şunlardır: İnternetin
insanları dört duvar arasına kapatması ve yalnızlaştırması,
hazır bilgiye alıştırarak tembelleştirmesi, sözlü (biraz da
yazılı) iletişimden uzaklaştırması, zaten zayıf olan okuma
alışkanlığını daha da köreltmesi...
Ancak internetin dil ile ilişkisi bununla sınırlı
kalmamaktadır. Elektronik ortamdaki dil kullanımı sözlü ya da
yazılı diğer dil kullanımı biçimlerinden gittikçe
ayrılmaktadır. Bu ayrıklaşma, dil kullanımında hızlılık
kaygısıyla olumsuz yönde olmaktadır. Şimdi bununla ilgili
örnekler sunuyorum:
? Chat diye adlandırılan canlı yazışma, son zamanlarda dilimizi
en çok yozlaştıran olgulardan birisidir. Başlıca şu olumsuz
biçimleri görüyoruz.
- Canlı yazışmada yazım kurallarına kesinlikle uyulmamaktadır;
deneme amacıyla da olsa, uyulması konusunda ricada / uyarıda
bulunulduğunda hoş olmayan tepkilerle karşılaşılmaktadır. Yazı
dili günlük konuşma dilinin, hatta sokak dilinin düzeyine
düşürülmektedir. İşte bazı örnekler:
-Selam sende üniversiteli Genç Kızlarla veya erkeklerle seviyeli
...
-tanışakmı asl ne senin bekem
-(Nasılsın?) -saolii
-futbolcuyummmmmmmm
-(Öyleyse söyle, futbol topunda kaç dikiş var?) -sen salakmısın
yoksa benimle dalgamı geçiyon.
-Yazı dilini ünsüzlere indirgeyerek kısaltma; bu kısaltmaların
bir bölümü İngilizce sözcüklere dayanır: u; asl; slm nbr; mrb;
nrd. Kimi zaman anlaşılması zor, kişiye özgü şifre biçiminde
kısaltmalar kullanıldığını görüyoruz: gzl; psl.
- Söz(cük) yerine sembol (ikon): :-x = sır vermemek; :-) =
gülümsemek; :-o = şaşkınlık; *-) = öpmek...
- İnternet dili, Türkçedeki –ı, -ç, -ğ, -ş, -İ, -j
gibi yazıbirimlerin kullanımı açısından da bazı olumsuzluklar
getirmekte, bunların dikkate alınmaması sonucu okuma zevkini
bozan ve kimi zaman anlaşılması zorlaşan metinler oluşmaktadır;
kimnerdeweb.net adlı magazin sitesinin anasayfasındaki başlıklar
bize bu konuda yeterince bilgi verecektir:
- KIRCA VE OYA BASAR’A SATASMA
- PERIHAN SAVAS TIYATROYA DONDU ...
- KURUCESMETel: .....
- IZMIR FUARI’NDA ESRAR SOKU
- Cuneyt Arkın ipten dondu
- ... bir sure sonra ...
- Sizde unlu olun
3. SONUÇ
Başkalarını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek için doğru
olan bilgi saptırılabilir. Güdüleme dediğimiz bu etkileme
yönteminin en kolay aracı dildir.
Güdülemenin türleri vardır: ekonomik, siyasal, dilsel, güdüleme
gibi. Bunlarda sürekli dilden yararlanılır. Güdüleme, terör
niteliği kazanabilir; dolayısıyla dilsel güdüleme, dilsel
terör’e dönüşebilir.
IMF’nin kurulmasıyla, birçok ülkenin ekonomisini olumsuz
etkileyen bir süreç başlamıştır. Dünyanın tek pazara
dönüştürülmesini amaçlayan küreselleşme, bulaştığı ülkelerin
ekonomik, siyasal, kültürel, dilsel dizgelerini alt üst
etmiştir. Küreselleşmenin başvurduğu ekonomik güdüleme
yönteminin yarattığı ekonomik terör, kültürel ve dilsel terörü
doğurmuştur. İnsanların dilbilinci köreltilmiş, yabancıdil
hayranlığı oluşturulmuştur. Kavramların içi boşaltılmış,
anlamları yozlaştırılmıştır.
Göstergeyi oluşturan biçim – içerik arasındaki bağla ya da
içeriği oluşturan anlambirimciklerle oynamak, onlara gerçek
anlamları dışında yeni anlamlar yüklemek anlamına gelir ve bu
süreç anlam değişmesi dediğimiz olguya götürür; bu değişme kimi
zaman anlam kötüleşmesi (gurur duymak), kimi zaman ise anlam
iyileşmesi (küreselleşme) olarak ortaya çıkmaktadır. Kimi zaman
ise bir kavram, ancak dil kullanıcısına göre belirgin bir anlam
taşımaktadır (niyet mektubu).
Küreselleşmenin birlikte getirdiği anlam değişmeleri
rastlantısal değildir. Kavramların taşıdığı anlamları ve içinde
barındırdığı ulusal değerleri alt üst eden bilinçli bir
güdülemenin ve beyin yıkama yönteminin ürünüdür. Ulusların
özdeğerlerini korumalarının tek yolu, küreselleşme denen
uluslararası sömürü düzeninin batağına düşmemeleri, düşenlerin
çıkış yollarını aramalarıdır.
KÜRESELLEŞME VE DİL
(ÖZET)
Nazire Akbulut – Tahir
Balcı
Başkalarını kendi çıkarları doğrultusunda
etkilemek için doğru olan bilgi saptırılabilir. Güdüleme
dediğimiz bu etkileme yönteminin en kolay aracı dildir.
Güdülemenin türleri vardır: ekonomik, siyasal, dilsel, güdüleme
gibi. Bunlarda sürekli dilden yararlanılır.
Güdüleme, terör niteliği kazanabilir; dolayısıyla dilsel
güdüleme, dilsel terör’e dönüşebilir.
Bu çalışmada küreselleşmenin dile etkisini, dilin gücünü
kullanarak kişileri nasıl güdülediğini irdeleyeceğiz.
IMF’nin kurulmasıyla, birçok ülkenin ekonomisini olumsuz
etkileyen bir süreç başlamıştır. Dünyanın tek pazara
dönüştürülmesini amaçlayan küreselleşme, bulaştığı ülkelerin
ekonomik, siyasal, ... dizgelerini bozmuştur. Küreselleşmenin
başvurduğu ekonomik güdüleme yönteminin yarattığı ekonomik
terör, dilsel terörü doğurmuştur. İnsanların dilbilinci
köreltilmiş, yabancıdil hayranlığı oluşturulmuştur. Kavramların
içi boşaltılmış, anlamları yozlaştırılmıştır:
? Yabancıdilde eğitim ve diploma; işyerlerine yabancı sözcüklü
adlar (Dürümland) vermek moda olmuştur.
? Devrimcilik, bölücülükle, laiklik dinsizlikle
özdeşleştirildi.
? Niyet mektubu: Bu soyut kavramın anlamı somut bir bağlamda
belirginleşmektedir ve gönderici - alıcı konumuna göre
değişmektedir. IMF verince emir, IMF’ye verilince teslimiyet
olmaktadır.
? Küreselleşme kavramının kendisi bu örtmeceyle kimi aydınların
hoşgörüsünü kazanabilmiştir. KİT’leri düşmanmış gibi gösteren,
ancak hayali şirketleri/ihracatı, yoksulluğu doğuran
özelleştirme kavramında da örtmece vardır.
? İslamcıların faiz yerine kar payı demesinde dinsel güdüleme
amaçlı bir örtmece vardır.
? % 0 zam, fiyat ayarlaması, iletiyi örten, alıcıyı yanıltan
güdüleme örnekleridir.
? Aralık 2000’de yapılan cezaevi operasyonunun amacı, hayata
dönüş’tü.. Sonuçta onlarca tutuklu öldü; bu, başarı sayıldı. Bu
durumda hayata dönüş = ölüm, ölüm = başarı oldu.
? Bir konuşursam yer yerinden oynar
Bu memleket için kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır
Ne yaptıysak bu memleket için yaptık
Siyasi iktidarlar kirli işlerini örtmek için soyut söylemler
kullanırlar. Küreselleşmenin ürünü olan mafya dilinde de
rastladığımız bu örnekler korku, tehdit, itiraf ...
anlatabilir.
Faili meçhul (!) cinayetleri dolaylı olarak itiraf eden son iki
sözde, kutsallaştırılan memleket kavramıyla alıcının etik
değerleri güdülenmektedir, yasadışı eylemlere haklılık
kazandırılmaktadır.
? Örtmecenin tersi olan açığa çıkarma yöntemine de
başvurulabilmektedir. Örneğin çağdaş sömürü düzeni küreselleşme
rüzgarına kapılmayanlar statükocu / dinozor oldu.
? Kürselleşmenin etkisiyle elektronik iletişimde bir devrim
yaşanmış, canlı yazışmada kullanılan Türkçe tanınmaz duruma
gelmiştir:
-tanışakmı asl ne senin bekem
-Yazı dilini ünsüzlere indirgemek: u; asl; slm nbr.
-Söz(cük) yerine sembol: :-x = sır vermemek; :-) = gülümsemek.
-Sizde unlu olun